26 Mart 2012 Pazartesi

Starbucks' ta kahve uzmanı ile  "Kahve Sohbeti "


Dün Strabuck Sulatnahmet şubesinde Muhammet ile Kahve Sohbeti yaptık. Kahve Uzmanı Özelm siyah önlüğü ile bizimle çok güzel bir sohbet gerçekleştirdi. Hemen belirteyim Starbucks'un herhangi bir şubesinden yüz yüze randevu alarak bu sohbetlere dahil olmanız mümkün. Özlem bize önce güzel bir tepsi hazırladı burada Latin Amerika kahve çeşidi olan Guatemela kahvesini frenchpress ile demleyip yanında havuçlu kekle bize servis yaptı.

Guatemala Kahvesi:
Tür: Arabica, Robusta kahvesi

Guatemala kahvesi, kendisine özgü yoğun baharat veya tütsülü tadı ile dikkat çeker. Kahvesiyle meşhur bu ülkedeki kahvelerin asit seviyesi genellikle yüksektir. San Miguel, Capitillo, San Sebastian ve Los Volcanos, kahve tarımı açısından Guatemala’nın önemli merkezleridir. Ve bu kahve yanında tarçın, çikolata gibi tatlarla tadılırmış. 


Özlem bize kahve tadımının 4 aşamalı bir süreç olduğunu söyledi. Önce parmaklarına bardağın ağzını kapayıp koklamak, sonra höpürdeterek içmek (tüm damağında yayılması içim) sonra kahve tadını dilinin hangi kısmında hissettiğini anlamak ve yudumlamak.Şöyle bir dil haritası da gösterdi bize.

Orta kıvamlı bir kahve dilin ortasında hissedilir, kıvamı ağır olan bir kahve dilin arkasında (espresso), kıvamı hafif olan bir kahve ise dilin uç kısmında hissedilir. 

Kahve sıcaklık farkının fazla olduğu ve yüksek yerlerde yetişir. Ve 2 ye ayrılır.

Coffea Arabica (Arabika) : Etiyopya'da keşfedilen ilk kahve bitkisinden türemiş olan Coffea Arabica, daha çok yüksekliği 800-2000 metre arasında olan dağlık platolarda veya volkanik yamaçlarda yetişir. Yeşilimsi sarı renkteki oval Arabica çekirdeklerinden üretilen kahve, Robusta'ya göre daha az kafein içerir. Ayrıca daha lezzetli ve tatlı bir aromaya sahiptir. Arabica kahvesi dünya kahve üretiminin %70'ini oluşturur. Ancak hastalıklara ve iklim koşullarına çok dirençli olmadığından yetiştirilmesi daha zordur ve daha pahalıdır.

Coffea Canephora (Robusta): Coffea robusta, 0-600 metre arasında yetişir. Arabica'nın tersine düzensiz olarak çiçek açar ve meyvelerinin olgunlaşması için yaklaşık 10-11 ay gerekir.  Arabica'ya göre yaklaşık iki kat daha fazla kafein içerir. Robusta kahvesi dünya kahve üretiminin yaklaşık %30'unu oluşturur. Hastalıklara ve iklim koşullarına çok dirençli olduğundan yetiştirilmesi çok daha kolay ve ucuzdur.


Bu bakımdan Arabika kahveleri dünyanın en kaliteli kahveleridir. Kahvenin kıvamı ise ne kadar kavrulduğu ile alakalıdır. Yani çok kavrulan bir kahve oldukça acı olabilir. 

ve istediğimiz bir boy kahve almak için hediye çekimizi alıp sohbeti bitirdik. Eve geldikten sonra Özlemin anlattığı Osmanlı hikayesini düşündüm. Demesine göre Osmanlıda bir koca ailesine, karısına kahve bulamıyorsa kocalıktan çıkarmış yani karısıyla nikahı düşermiş. İktidarsızlık olarak kabul görürmüş. Sonra kahvenin tarihi süreci hakkında biraz araştırma yaptım. 





KAHVENİN TARİHÇESİ






 

Kahve ağacının ilk bulunduğu yer olan Habeşistan'ın Kaffa yöresinin Arapça karşılığı "qahwah " dır. 


Kahve ağacı, Yengeç ve Oğlak Dönenceleri arasında kalan kuşakta yetişmektedir. Kahve çekirdekleri, kahve ağacının meyvesinden elde edilmektedir. Kahve ağaçları meyve vermeden önce beyaz yasemine benzer çiçek açmaktadır ve kokusu da yasemin gibidir.  Kahve bitkisinin toplanabilir meyveler vermesi için yaklaşık beş yıl geçmesi gereklidir; üstelik bir bitki olgunlaştığında en fazla yarım kilo kavrulmuş kahveye denk gelecek kadar meyve verirmiş. Kahvenin tarihide lezzeti kadar eski olup bin yıl öncesine dayanmakta imiş.  


Kahveyi İlk Kim Buldu?
          Kahve yetiştiriciliği on beşinci yüzyılda başladı. Geçmişte zaman zaman "siyah inci" veya "Müslümanların şarabı" olarak nitelendirilen kahvenin macerası hakkında birçok araştırma yapılmasına rağmen kesin bir sonuca ulaşılamamış. Ancak gerek Doğu gerekse Batı kaynaklarının birleştiği ortak rivayet, kahveyi ilk bulan kişinin Şazilli adında bir Arap şeyhi olduğu.

          Kaynaklara göre keçi ve deve sürülerinin çobanları, güttükleri hayvanların garip bir ağacın meyvelerini yedikten sonra, fazla canlılık gösterdiklerini hatta 
keçilerin mehtapta dans ettiklerini görmüşler. Durumu dervişlere anlatmışlar. Ünlü bir derviş olan Şazilli gösterilen ağacın meyvelerini kaynatarak içmiş ve kendisi de aynı canlılığı hissetmiş. Böylece kahvenin meziyetlerini keşfetmiş. Kahve çekirdekleri yalnızca içilerek de kullanılmamış. Araplar uzun yıllar boyunca kahve çekirdeğini öğüterek hamurla karıştırmış ve çekirdeği ekmek yaparak değerlendirmiş.  Arabistanın Yemen bölgesi uzun süre dünyanın en önemli kahve üreticisi olmuş. Yakın doğuda kahveye talep çok yüksekmiş. Yemen’in "Mocha"limanından Kahire ve İstanbul’a doğru yola çıkan kahve gemileri çok iyi korunurmuş. Hatta doğurgan kahve bitkilerinin ülkeden çıkartılmasına izin verilmezmiş.

Espresso, çikolata sosu ve sütün krema ile süslenmiş geleneksel sunumu olana Mocha kahvesi ismini bu limandan almaktadır. 


Avrupanın Kahvesi ile Tanışması Nasıl Oldu?
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Türkiye'ye gelen kahvenin Avrupa ile tanışmasının öyküsü de oldukça ilginç. Viyana kuşatması sırasında Türkler çok sevdikleri kahveyi yalnızca özel birliklere içirilmek üzere yanlarında götürmüşler. Viyana kuşatmasının başarısız olmasının ardından geri çekilen Türk birliklerinin konakladığı yerleri ele geçirmeye başlayan Avusturyalı askerler çuvallara doldurulmuş kahveleri bulmuş. Ancak Viyanalılar kahve çekirdeklerini barut sanarak yakmaya çalışmışlar. Suriyeli bir tüccar ise çuvallardaki maddenin kahve olduğunu söylemiş ve nasıl içildiğini anlatmış. İşte Avrupa kahve ile böyle tanışmış. Daha sonra Arap tüccarların Baharat yoluyla getirdikleri parfümlerin, çayların, kumaşların ve boyaların el değiştirdiği Venedik kenti aracılığıyla Avrupa’da da tanınmış. Birçok Avrupalı tüccar uzun deniz yolculuklarında kahve içmeye alıştı ve bu içeceği kendi ülkesine tanıttı. Deniz ticaretine egemen olan Hollandalılar sömürgeleri olan Endonezya’nın Java, Sumatra, Sulawesi ve Bali adalarında büyük ölçekli kahve yetiştiricliğne başlamışlar. 19. Yy ortalarında Güneydoğu Asya’nın kahve tarlalarını kasıp kavuran bir hastalık buradaki kahvenin sonunu getirince, Brezilya dünyanın en büyük kahve üreticisi konumuna yükselmiş. 

Bir kahve meraklısı olarak araştırmaya devam edeceğim :)



























23 Mart 2012 Cuma

      Kadınlar Kahvesi...

            Bugün, Taksim Kitchenette, İntel yetkilisi ile projem üzerine yaptığım toplantı oldukça olumlu geçti. Ardından arkadaşım ünlü Mimar (olmasını umuyorum :)  Sümeyra ile bir araya geldik.

 Taksim Porta da oturup bişeyler yedik, gerçi ben diyette olduğum için sadece çay içtim. Oturduk konuştuk, eskilerden bahsettik... biraz biraz dertlendik, biraz biraz gülümsedik derken baharın gelmesinin etkisi ve Taksimde olmamız sebebiyle napalım napalım derken Kadınlar Kahvesine gidelim dedik... Tabi buranın bahsini daha önce duymuştum daha önce ama burası ismi gibi kadınların gün yapıp buluştukları, el işi yaptıkları mekan değil.
içtik kahveleri






İstiklal de yürüdük, biraz sonra biraz proje yazdık ama ne projeler ..felan derken yolda da bir sürü Ajda Pekkan dinledik son ses ... ve sonra uyku... 




20 Mart 2012 Salı




Opera / Aşk İksiri


Geçtiğimiz hafta sonu Bulgaristan / Sofya daydım…  Akşam Operaya gitmek için önceden alınmış 2 biletimiz vardı. Ben hazırladım usule uygun giyindim ve taksiye binip “Sofya Devlet Opera Binasının” önünde indik. Konserin başlamasına son 3 dakika kala içeri girdik. Birbirinden hoş kızlar ve erkekler görevli olarak bizi karşıladılar ve oturacağımız yere kadar bize eşlik ettiler…  Bu arada oyunun adı “Aşk İksiri” (İtalyanca ismi L'elisir d'amore) İtalyan besteci Gaetano Donizetti tarafından hazırlanmış.  Komedi türünde bir opera. Hikaye de esas oğlan, esas kız, kötü subay; 17/18.yy hikayelerinden sevimli bir konusu var aşk üzerine. Yalancı bir aşk iksirine kendini kaptıran esas oğlan sonunda kasabanın güzel kızına ve paraya kavuşur kısaca. Neyse 2 perdeden oluşuyor zaten fakat ilk perde öyle uzun sürdü ki bir türlü konsantre olamadım derken; sahne, tenor da kötüydü beğenmedim. Hala şu gün oldu “Carmen” gibi bir oyun izleyemedim. Birde Roma da izlediğim küçük ama çok güzel bir oyun dışında… Neyse ışıklar yandı birden koca salonda herkesin bana baktığını farkettim.  Tabi bakmaları doğal ben adabına uygun giyinmiş gitmişim oyuna. Nerden bilebilirdim insanların Jean ve kötü kazaklar giyeceğini J kendimi dışarı nasıl attım bilmiyorum. Taksiye atlayıp hemencecik oradan uzaklaştık ... 


Kardeşim ... Herşeyim... :)


FAS  Gezi Rehberi


 27.08.2011/05.09.2011 


FAS’tan

·         Dünya’nın en büyük ikinci camisi Hassan II’yi görmeden,
·         Casablanca’da, Corniche’te (Kordon Boyu) bir tur atmadan,
·         Yaşarken Yves Saint Laurent’e ait olan Majorelle Bahçeleri’ni gezmeden,
·         Djeema el Fna’yı (Kıyamet Meydanı) görmeden ve kına yaptırmadan,
·         Marrakech’teki dünyaca ünlü gece kulüplerinden birinde eğlenmeden,
·         Marrakech Souk’larından Babouch (Berberi Adidas’ı) ve deri çanta; Berberi aktarlarından doğal ilaçlar ve baharatlar almadan,
·         Zamanınız var ise Ourika Vadisi’ne gidip Atlas Dağları’nın ihtişamını ve güzelliğini görmeden,
·         Palmeraie’deki şaşkınlık verici palmiye koruluğunu görmeden,
·         Essaouira’da Atlantik Okyanusu’na nazır balık yemeden,
·         Bir çok filme set olarak kullanılan Ait ben Haddou’yu görmeden,
·         Çöle uğramıyor olabilirsiniz; o zaman plajda deveye binmeden,
·         Fas’ta benzeri başka bir yer olmaması sebebiyle, Ifrane’dan geçecek olursanız fotoğraf çekmeden,
·         Meknes’te Bab Mansour’u (Fas’ın en ihtişamlı kapısı) görmeden ve faytona binmeden,
·         Agdal Sarnıcı’nı görmeden,
·         Féz’de dünyanın halen faal olan en eski üniversitesi El-Karaouine’i görmeden,
·         Bütün gününüzü Féz Souk’unun daracık sokaklarında geçirmeden,
·         Fez’in en büyük tabakhanesi Chouara’nın doğal tribünlerinden derinin işlenme aşamalarını izlemeden,
·         Porselen-Mozaik atölyelerini gezmeden, uzun süren matrak pazarlıklar yapmadan,
·         Burj Sud’den Féz manzarasını fotoğraflamadan,
·         Karaciğer ve böbrek rahatsızlıklarına şifasıyla bilinen ‘Sidi Hrazem’den içmeden,
·         MÖ 300’lerden kalma Roma Antik Kenti Volubilis’i ve harika korunan mozaiklerini görmeden,
·         İslamiyetin beş kutsal kentinden biri kabul edilen Moulay Idriss Zerhoune’u ziyaret etmeden,
·         Rabat’ta Kasbah Oudaia’yı gezip, terasından Atlantik Okyanusu’nu ve Bou Regreg Nehri’ni seyretmeden,
·         Fas’ın yerel giysileriyle (Cellabe/Kaftan) fotoğraf çektirmeden,
·         Tajin, Couscous, Chebbakia ve Kaab el Ghazal'ı tatmadan,
·         Nane çayınızı kendiniz servis etmeyi öğrenip, içmeden,
·         Argan yağı veya arganlı ürünler almadan,

dönmeyin...

Listeyi uzun bulduğunuzu tahmin ediyoru..

Ayrıca bu listeyi oluştururken en popüler turumuz “Kraliyet Şehirleri” ve “Köşe Bucak Fas”ı gözönünde bulundurdum. Neredeyse tüm listedekileri bu iki turdan birinde tamamlayabilirsiniz.
Kuşkusuz, farklı şehirler için de “yapmadan dönmeyin”lerim var.. İstediğiniz zaman benimle iletişime geçebilirsiniz.. :)


FAS / OUARZAZATE


Fas’ın orta-güney bölgesini kapsayan Souss-Massa-Draa bölgesinin başkentidir. Ouarzazate ismi, Berberi dilinde “gürültü ve karmaşadan uzak” anlamındaki bir deyimden gelir. Atlas Dağları'nın güneyinde yer alan çıplak bir plato üzerine kurulmuştur. Daha güneyi ise çöldür. Yoldayız ve 8 saat sonra çölde yemek yiyebileceğimizi biliyorum.
Ouarzazate’ın halkı, görülmeye değer bir Kasbah ve başka bir çok yapı inşa etmiş olan Berberilerden oluşur. Şehrin yakınlarındaki bir Kasbah şehri olan Ait Ben Haddou, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer almaktadır. Şehir ve çevresi, Fas’lı büyük film yapım şirketlerinin de katkısı ile dünya çapındaki yapımcıların her zaman ilgisini çekmiş önemli bir mekan olmuştur. Ouarzazate’ta bulunan Atlas Studios, dünyadaki en büyük film stüdyolarıdır.
Ouarzazate'da görülmesi gereken yerler:
Ait Ben Haddou Kalesi

Bu Kasbah, varolanlar arasında en iyi korunmuş olanlardan bir tanesidir. UNESCO tarafından Dünya Tarih Mirası Şehirleri arasında deklare edilmiştir. Pitoresk görüntüsü sayesinde "Gladiator" gibi bir çok gişe filmi için stüdyo görevi gömüştür. Kaleye giriş 10 Dirhemdir (1€).
Atlas Stüdyoları
Şehir merkezinden 4 km. uzaklıktaki stüdyolar bir çok yapım için, Mısır, Mağrip ve çöl ortamı sunar. Dünyada, film çekimi için en iyi ışık açısının Fas'ta ve özellikle Ouarzazate'ta olduğu söylenir. Sanırız filmcilerin de burada üslenmesinin sebebi bu... Stüdyolar içerisinde en ilgi çekici yer hiç kuşkusuz Mısır dekorasyonları... Giriş ücreti 50 Dirhem (5€). Genellikle tarihi filmlerde kullanılan Atlas Stüdyoları'nda; bugüne kadar pek çok büyük yapımın çekimi gerçekleşmiştir. Asterix & Obelix: Mission Cleopatra, The Man Who Would Be King,Cleopatra, Arabistanlı Lawrence (1962), Star Wars (1977), The Living Daylights (1987), The Last Temptation of Christ- Günaha Son Çağrı (1988), The Mummy (1999), Gladiator (2000), Alexander,Kingdom of Heaven, Babel ve Martin Scorsese'in Kundun (1997) ve Legionnaire’i (1998) bu filmler arasında en bilinenlerdir.
 Yola devam ediyoruz ve Atlas Dağlarının arasında geçiyoruz.

Ouarzazate'dan görüntüler…
Otobüs durdu bundan sonra ki yolu develerle gideceğimizi ve aracı boşaltmamızı söyledi… Hemen ileride bizi bekleyen develeri görünce yüzümde gülümseme oluşuverdi J İlk defa deveye biniyor olmak heyecanlandırdı beni…
Develer üzerinde 2 saat süren yolculuk yaptık. Ama nasıl bir yolculuktu bu, resmen bir yerden sonra işkence olmaya başladı J Geldiğimizde çadırlar vardı etrafta ve bize de bir çadır verdiler, biraz dinlendikten sonra büyük çadırda akşam yemeği verileceğini de söylediler. Güneş batmak üzereydi, çocuk gibi etrafı keşfediyordum, ne yani şimdi ben çölde miyim, sahrada mıyım J


Yine menü de Tajin var aaa bu ne büyük sürpriz J Bunlarda gece kaldığımız çadırlar…. Su yok, duş yok, hiç bişey yok… sadece uçsz bucaksız çöl…..

Küçük Prens'ten:

yoruldu ve kumların üzerine oturdu. ben de yanına oturdum. kısa bir sessizlikten sonra: “yıldızlar çok güzel... çünkü içlerinden birinde, şu an göremediğim bir çiçek yaşıyor” dedi.

“elbette” dedim. sessizce ay ışığının altındaki kum tepeciklerini izledim.

“çöl de çok güzel” dedi sonra.

gerçekten güzeldi. çölleri hep sevmişimdir. bir kum tepeciğinin üstüne oturursun. hiçbir şey görmezsin. hiçbir şey işitmezsin. sadece çölün o sessiz, gizemli ışıltısını hissedersin.

“çöl çok güzel” dedi küçük prens, “çünkü bir yerlerinde bir kuyu gizliyor.”

bense çölün o gizemli ışıltısının farkına varmış, şaşırmıştım. küçük bir çocukken çok eski bir evde otururduk. burada bir hazinenin gizli olduğunu anlatmışlardı belki de. ama bu hikaye evimizi büyülü bir ev yapmıştı.

benim evim, ruhunun derinliklerinde bir sır saklıyordu...

“evet,” dedim, “ne bir evin, ne yıldızların, ne de çölün güzelliğinin nereden geldiği bilinmez.”


çöl insanla bakışları ve sessizliği ile konuşan nazenin bir eş gibidir…
-kuşatır ve esirger-
kumlarında bilgelik çözünen yer. çölde yalnız olmaktan mı yada çölde sessiz olmaktan mı bilinmez. Benim tek bildiğim huzurlu ve yıldızların mükemmel gözüktüğü yerdir çöl.

  Tertemiz, bomboş, sessiz, yalın, sıcak, soğuk, kuru, duru. Oraya gitmeli ve deneyimlemeli, hiçliği ve her şeyi. Ben çok başka duygularla ayrıldım bu topraklardan… Hislerimi ne kadar yazarsam yazayım aslında hiçbir şeyi tam olarak ifade edemeyeceğim…

 Kardeşim, canım, doktor Kübram, ne hallere girmişssin .. :)
 Dönüş yolundan….

Berberi çocukları ile fotoğraflar...

Havaalanında pasaport kontrolde iken...